16 Ocak 2013 Çarşamba

TÜRKÇE ÖĞRETİME NE OLDU DA…? Prof. Dr. Ali Demir (pralidemir@gmail.com) 1990 öncesinde, üyesi olduğum Eğitimciler Derneği (Eğit-Der) içinde, 1990-91 yılları arasında kurucu genel sekreteri olduğum Eğitim-İş sendikası bünyesinde, 1994 yılında da “Öğretmen Dünyası Dergisi”nde sürdürdüğümüz tartışmalar da, sıklıkla gündeme gelen konulardan biri de “yabancı dille öğretim” konusuydu. Başta Anadolu Liseleri olmak üzere, yabancı dille öğretim yapan okullarda çalışan öğretmenler, okuyan öğrenciler, bir şeylerin yolunda gitmediğini, çok yönlü güçlüklerle ve engellerle karşı karşıya olduklarını dile getiriyor, konunun daha geniş boyutta tartışılmasını istiyorlardı. Hem sonra, ne oldu da, 12 Eylül askeri darbesinin ardından bu okulların sayısı birden bire katlanarak artırılmış, nerdeyse her kasabaya bir Anadolu Lisesi açılmıştı? Türkçe öğretim savsaklanırken, niçin İngilizce öğretim bu denli kamçılanıyordu? Olanaklar ölçüsünde, başta siyasal partiler, dernekler, işçi ve işveren sendikaları, özel ve kamu eğitim kurumları, konuya ilgi duyan bilim insanları, öğretmen ve öğrencilere ulaşmaya, görüş ve önerilerini almaya, bunları belli başlıklar altında toplamaya çalıştık. Oldukça geniş yankı buldu bu çalışma. Mektup gönderdiğimiz, görüş istediğimiz kişi, kurum ve kuruluşların büyük bir bölümü mektubumuzu yanıtladı, çabamızdan dolayı bizi kutladılar. Kabaca, üç ayrı kümde toplanıyordu bu görüşler: 1. Yabancı dille öğretime karşı olanlar, 2. Yabancı dille öğretimden yana olanlar, 3. Her iki görüşün arasında karasız kalanlar ya da ne yapacağını bilemeyenler. Belli bir fikir vereceği düşüncesiyle, özel sayıda yer alan yazıların başlıklarını, kurum kuruluş ve kişilerin adlarını aktarmak istiyorum öncelikle: - “Karamanoğlu Mehmet Bey Nerdesin?”: Öğretmen Dünyası, Başyazı. - “Yabancı Dille Öğretim Açmazı”: Dr. Ali Demir. - “Yabancı Dille Öğretim: Geçmişin Aynası Tarih”: Arş. Gör. Deniz Kucur. -“Bilim Dili ve Dilin Tarihsel İşlevi”: Prof. Dr. Onur Bilge Kula. - “Dilbilimci Gözüyle: Yabancı Dille Öğretim, Yabancı Dil Öğretimi”: Prof. Dr. Ahmet Kocaman. - “Uluslaşma Sürecini Durdurmanın ve Orta Çağa Geri Sıçrama Yapmanın En Etkin Aracı Yabancı Dille Öğretim”: Prof. Dr. Aydın Köksal. - “Yabancı Dilde Eğitim Mantıksız”: Yrd. Doç. Dr. İsmail Boztaş. - “Yabancı Öğretim Diliyle Nereye?: Doç. Dr. Ömer Demircan. - “Yabancıdil Öğretiminin Bir Parçası Olarak Yabancıdilde Öğretim”: Prof. Dr. Uluğ Nutku. - Öğrencilerden Farklı Görüşler: “Evet” / “Hayır”. - “Dil, İletişim, Yabancı Dil Öğrenmek, Yabancı Dilde Öğrenim Görmek”: Jale Çolakoğlu, MEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü. - Yabancı Dille Öğretimden Gözlemler: Yusuf Solmaz, Ankara Kalaba Öğretmeni OO. Rehber Öğretmeni. - Yabancı Dilde Öğretim Konusunda Öğretmenler Ne Diyor: “Öğrenci Zorlanıyor”. - “Altyapısı Hazır Değil”: Prof. Dr. Mehmet Sağlam, YÖK Başkanı. - “Artırılmalı”: Refik Baydur, TİSK Başkanı. - “Dilimize Güvenelim”: Prof. Dr. Muammer Kayhan, ÖES Genel Sekreteri - “Dilin Gelişmesini Engelleyen Nedenlerden Biri”: Yabancı Dilde Eğitim”: Prof. Dr. Şerafettin Turan, Dil Derneği Başkanı. - “Önce Türkçe”: Dr. Reşat Öztürk, DES Genel Başkan Yardımcısı. - “Sömürgeciliğin Kalıntısı”: SHP Genel Merkezi. - “Yabancı Dil Öğretmeye Evet, Yabancı Dille Öğretime Hayır”: Mustafa Gazalcı, Eğit-Der Genel Başkanı. - “Emperyalizmin Saldırısı”: Mehmet Bedri Gültekin, İP Genel Sekreteri. - “Kendi Dilimizle”: Oğuzhan Asiltürk, RP Genel Sekreteri. - “ Yabancı Dille Öğretime Hayır”: Muhsin Yazıcıoğlu, BBP Genel Başkanı. - “Ulusal Egemenliğe Aykırı”: Hasan Celal Güzel, YDP Genel Başkanı. - “Türkçeyi Köreltir”: İsa Keleş, MP Genel Sekreter Yardımcısı. Değerlendirme Başlıklara bakıldığında; sağcısı, solcusu, ortacısıyla toplumu temsil eden kurum ve kişilerin büyük bir kesiminin yabancı dille ya da yabancı dilde öğretime karşı olduğu anlaşılmaktadır. Görüş bildiren kurum ve kişiler arasında, doğrudan doğruya yabancı dille öğretimi savunan bir kurum yok gibidir. Dönemin Türkiye İşverenler Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Refik Baydur, uluslararası tekellerin istemleri doğrultusunda görüş bildirse de, o bile yabancı dille öğretim yerine, yabancı dille işlenen derslerin sayılarının artırılmasını istiyor, bu düşüncesini şöyle temellendirmeye çalışıyordu: “ Uluslararası bilgi kaynaklarına ulaşılabilmesi, dünyadaki gelişmelerin yakından takip edilebilmesi bakımından yabancı dil öğretimi büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle yabancı dil öğretimi mecbur tutulmalı ve öğrencilerin yükseköğretim öncesinde en az bir yabancı dili yeterince öğrenmeleri sağlanmalıdır. Eğitim dili Türkçe ile sınırlandırılmamalı, gerek ortaöğretimde gerekse üniversitelerde yabancı dille işlenen derslerin sayısı artırılmalıdır.” Aynı yazısında, TİSK Başkanı, daha 1995 yılında, ülkemizde çok tartışılan bir başka noktanın da altını çiziyordu: “Milli Eğitimde, Dünya Bankasından alınan kredi ile başlatılması planlanan “Temel Eğitim Projesi” ile Türkiye’deki tüm ilkokul ve ortaokulların kaldırılarak, 8 yıllık “İlköğretim Okulu” uygulamasına geçileceği bilinmektedir. Bu çerçevede ilkokullarda da öğrenciye birinci yabancı dil eğitiminin verileceği, böylece öğrencilerin ortaokulu bitirdiklerinde bir yabancı dili konuşuyor durumda olacaklarının planlandığı görülmektedir. Bu sistem ve anlayış, dışa açılan ülkemiz açısından büyük önem taşımakta ve uluslararası rekabete ayak uydurmanın temel koşullarından birisi olmaktadır. Kamu ve özel sektörde işe girişte en az bir yabancı dil bilme şartı arandığı günümüzde, Konfederasyon olarak yabancı dil eğitiminin zorunlu ders olarak devam etmesi gerektiğini vurguluyor, Milli Eğitimde lisan eğitimine ağırlık verecek olan değişiklikleri destekliyoruz.” Dünya Bankası ile Milli Eğitim Bakanlığımız arasında yürütülen “ilk ve ortaöğretimde program geliştirme projesi” çalışmalarının yabancı dillerle ilgili bölümüne, o yıllarda, çalıştığım Gazi Üniversitesi Rektörlüğünün görevlendirmesiyle ben de katıldım. Proje için, Dünya Bankası’nın verdiği yüklü parasal kaynağın kullanım koşullarını Amerikan Ohio Üniversitesi’nin dolgun ücretli “uzmanları” belirliyor, biz “yerli uzmanlar” da, onların istemleri doğrultusunda, toplumun değişik kesimlerinde (öğrenciler, veliler, öğretmenler, öğretmen yetiştiren kurumların öğretmenleri) anketler düzenliyor, “gereksinim çözümlemeleri” yapıyoruz. MEB merkez binasından oldukça uzağında, Tandoğan Mahallesi’nde kiralanan bir binada, “Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi” (EARGED) adı altında bir birim tarafından yürütülen bu proje, 1992-2002 yılları arasında, on yıl sürdü. Projenin yürütülmesindeki çarpıklıklara karşı çıkanlar, her zaman olduğu gibi “vatan hainliğiyle” suçlanıyor, herkes Dünya Bankası’ndan gelecek paraya bakıyordu. Gördüğüm yanlışlıkları ve çarpıklıkları belirterek, 1993-1995 yılları arasında çalıştığım bu projeden kendi isteğimle ayrıldım. Sonuçta hiçbir şey değişmedi elbet. Hiçbir altyapı, örgütlenme çalışması yapılmadı. Bakanlığın diğer ilgili birimleriyle iletişim bile söz konusu olmadı. İlköğretim, Ortaöğretim ve Öğretmen Okulları Genel Müdürlükleri bir yana, daha önce, bu tür program geliştirme çalışmalarından sorumlu olan Talim ve Terbiye Dairesi ile bile işbirliği sağlanamadı. Bakanlık yetkilileri bu tür sorulara yanıt vermek yerine, bu çok sayın Amerikalı uzmanların beklentilerini karşılamak ve kredi dilimini alabilmek için, göstermelik de olsa, bir an önce “paket” çalışmalarının tamamlanmasını, fazla ayrıntısına girmeden, Amerikalı uzmanların denetimine ve olurlarına sunulmasını istiyorlardı… Yedi yılı ödemesiz, sonrası ise, faiziyle birlikte geri ödenmeli olan bu Dünya Bankası kredisinden, öncelikle Ohio Üniversitesi uzmanları yararlandı. Yine, onların önerileriyle, birtakım Bakanlık bürokratları ve müdürleri değişik sürelerle “Amerikan eğitim sistemini ve okullarını ziyaret etmek, bilgi-görgü artırmak” üzere bu ülkeye gönderildi, bazı göstermelik staj ve seminerler düzenlendi. Sonuçta da para bitti, proje de yandı bitti, kül oldu, borç da ülkemizin sırtında kaldı… Yabancı dillerin öğretimi konusunda, benzer bir çalışma da, “Avrupa Konseyi Yaşayan Diller Projesi” (YADEM) adı altında, Milli Eğitim Bakanlığı Talim-Terbiye Dairesi bünyesinde yürütülüyordu. Bunun gibi, onun da yerinde yeller esiyor çoktan. Kaynak kitaplar ve sözlükler ise, sokak kitapçılarında satılıyor. Kendi yaptığımız yöntem kitapçıkları, ders araç-gereçleri işe yaramayınca, yabancı dil öğretiminde ve yabancı dilde kullanılan tüm kaynaklar dışarıdan satın alınarak, her yıl, milyarlarca dolar yurtdışına aktarılıyor. Sonuç ortada!... 1. Yabancı Dille Öğretimden Yana Olanların Gerekçeleri - Türkiye kalkınmakta olan ülkeler kümesindedir. Sanayi ve bilişim toplumlarının düzeyine çıkabilmenin yolu, bu ülkelerin dillerini çok iyi bilmekten geçer, okullarımızda doğru dürüst yabancı dil öğretilmediğine göre, bu sorunu yancı dille öğretimle çözeriz ancak. - Artık İngilizce uluslararası iletişim, bilim ve teknoloji dil olmuştur. Dünya ile bütünleşmek ve kalkınmak istiyorsak eğer, bu dili çok iyi öğrenmemiz gerekmektedir. - Türkçe bilim dili olarak yetersizdir. Bilimsel kaynaklara bir an önce ulaşabilmemiz için İngilizce bilmemiz kaçınılmazdır. - Yabancı ülkelerde, kendi dillerinde üretilen bilim ve teknolojiyi, ülkemize aktarırken, ne olduğu belirsiz Türkçe sözcük ve terimler kullanmak yerine asıllarıyla almak daha mantıklıdır. - Bilim ve teknoloji üretmeyen bir ülkenin, bilim ve teknoloji dili olur mu hiç? Bu alanlarda Türkçe yetersizse bunun sorumlusu biz değiliz. - İletişim ve bildirişim araçlarının bu denli yaygınlaştığı bir çağda, anadilini savunmak ırkçılıktan, tutuculuktan başka bir şey değildir. Bırakın herkes bildiğini yapsın. Kaldı ki, dilde zorlama insan hak ve özgürlüklerine de karşı bir tutumdur. - Küreselleşen dünyamızda, giderek sınırlar kalkmaya başladı. ABD ve onun güdümündeki ülkelerin baskın gücü karşısında direnmek, ulusal dil ve ekini savunmaya kalkışmak boşuna kürek çekmekten başka bir şey değildir. Akıllı davranıp, bir an önce, bu yeni dünya düzenindeki yerimizi almamız gerekmektedir. - Türkiye’nin turizm gelirlerini artırabilmesi, herkesin yabancı bir dil öğrenmesine bağlıdır. - Kolay ve nitelikli bir iş bulmak, yabancı bir dil ya da dilleri bilmekle olasıdır. - Kendimizi ve ülkemizi başkalarına doğru tanıtmak, yanlış kanı ve izlenimleri ortadan kaldırmak için yabancı dilleri çok iyi konuşmalıyız. - Sıradan devlet okullarında öğretim-öğrenim tükenmiş durumda. Yabancı dille öğretim yapan okullara seçme öğrenciler gidiyor, birbirlerini kamçılıyorlar, altyapı olanakları daha iyi, sonuçta daha başarılı oluyorlar. - Ülkemizde, bilimsel nitelikte, ele alınır, tutarlı ders kitapları bile yazılamıyor. Yabancı dille öğretim yapan okullarda kullanılan ders kitapları ve araç-gereçler daha albenili, daha iyi düzenlenmiş, daha bilimsel içerikli, daha geniş kapsamlı. Evet, bu kitaplar daha pahalı, anlaşılmaları daha güç olsa da, çocuklarımızın doğru şeyler öğrenmeleri için bu okulları yeğliyoruz. - Yabancı dille öğretim yapan üniversitelerimiz, başka ülkelerden de öğrenci ve öğretim üyesini ülkemize çekiyorlar. Bunun ülke kalkınmasına ve yararına doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. - Çocuklarımızın yabancı dil öğrenmeleri, onların zeka gelişimlerine, başka ülkeleri ve ekinleri tanımalarına, küreselleşen dünyanın koşullarına daha kolay ayak uydurmalarına kaynaklık etmektedir. Ayrıca, yabancı dille öğretim yapan okulları bitiren gençlerin kendilerine özgüvenleri ve toplumsal saygınlıkları daha yüksek, çünkü “bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insan” sayılıyor. - Başka gerekçeler… 2. Yabancı Dille Öğretime Karşı Çıkanların Gerekçeleri - Yabancı dil öğretimiyle yabancı dille öğretim birbirine karıştırılmamalıdır. Yabancı dilde öğretim sömürgeciliğin kalıtıdır. - Yabancı dilde öğretim, öğretici ve öğrenici arasında iletişim kopuklukları yaratmaktadır. - Türkçenin bilim dili olarak gelişmesini engellediği gibi, bilimsel ürünlerin topluma mal edilmesi konusunda da önemli sıkıntılar yaratmaktadır. - Etkin öğretim-öğrenim ve verimlilik düzeyi düşmektedir. - Öğretim ve öğrenimi asıl amacından ulaştırmakta, yabancı dil öğretme-öğrenme birincil amaca dönüşmektedir. - Kitaplar, araç-gereçler genellikle yurtdışından geldiği için, öğrencilere ve topluma gereksiz mali bir yüklemektedir. - Seçme öğrencilere, tüm çabalara ve çırpınışlara karşın, yabancı dille öğretimden beklenen verim alınamamıştır. - Toplumun gereksinimi ve beklentisi, herkese yabancı dil öğretmeye kalkışmak, yabancı dille öğretm yapmak değil, o dili ya da dilleri ileri düzeyde bilen, çeviri yapabilen, amaca yönelik olarak kullanabilen kişileri yetiştirmektir. - Uluslaşma bilincinin temelinde anadilinde öğretim-eğitim yatmaktadır. - Anadili bilinci olmayanın ulus bilinci, ulus bilinci olmayanın anadili bilinci olmaz. Bizi bir arada tutan, ulus bilincimizin harcını oluşturan anadili bilincimizdir. - Toplumsal kalkınmanın yolu anadilinde öğretim-öğrenimden geçer. - İngilizcenin uluslararası iletişim, bilim ve teknoloji dili olması, tekelci dayatmadan başka bir şey değildir. - Türkçenin eğitim, bilim, yazın ve sanat dili olmadığını savunmak; dilbilimsel, tarihsel ve toplumsal gerçekliklerle bağdaşmamaktadır. - Eski sömürgeler ve yeni yarı sömürge ülkelerle tarihsel olarak çok-dilli ülkeler dışında, yabancı dille öğretim sayesinde kalkınmış, çağdaşlaşmış bir ülke var mı ki, biz de bu yolu seçelim? Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Japonya, Çin, İsrail, Rusya gibi ülkeler İngilizce öğretim sayesinde mi kalkındılar, çağdaşlaştılar? - Gereksinimler ölçüsünde, isteyene istediği ve gereksinim duyduğu düzeyde yabancı dil ya da dilleri öğretmenin, öğrenmenin ortam ve olanaklarını yaratmak kaçınılmazdır. Ancak, bunu beceremiyoruz diye, yabancı dille öğretim saçmalığına düşmek, çocuklarımız ve gençlerimizi yarım-dilli yapmaktan öteye geçmemekte, asıl alanlarıyla ilgili öğrenme güçlüklerini kat kat artırmaktadır. - Bilgi ve bilim kaynaklarına bir an önce ulaşmak için, bütün öğrenicilerin İngilizce öğrenmesi gerektiğini savunmak, ilkel bir saçmalıktan öte, hiç kimseye doğru dürüst yabancı bir dil öğretememek demektir. Hele hele, bugünkü koşullarda, kalabalık sınıflarda, iyi yetişmemiş öğretmenlerle, test çözmeye, bilgi yüküne ve ezbere dayalı bir yaklaşımla etkin bir yabancı dil öğretimi-öğrenimi yapıldığını sanmak, kendimizi kandırmaktan öteye geçmemektedir. Bunun almaşığı yabancı dille öğretim değildir. - Yabancı dil öğretimi ya da yabancı dille öğretim öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değildir. “Yabancı dil bilmek”, “ yabancı bir dili kullanmak”, “yabancı dili konuşmak-yazmak-çeviri yapmak”, “yabancı dilde düşünmek”, “yabancı dilde üretmek” çok göreceli kavramlar ya da anlatımlardır. Bütün bunları becerebilmek çok özel koşulları, yetenekleri ve çabayı gerektirir. Kendi kendimizi kandırmanın bir anlamı yok. Yeni bilgi kaynaklarına ulaşmanın yolu, uygar ülkelerde olduğu gibi, çeviri yoluyla bilginin ve bilimin toplumsallaşmasını sağlamak, anadilinde türetilen yeni sözcük ve terimleri anlam yükü ve anlam alanlarıyla donatmaktır. Tüm çabalara, çırpınışlara karşın, yurtdışına çıkmamış, çok özel koşullarda yetişmemiş kaç kişi yabancı bir dilde yazılmış bilimsel yapıtları okuyabiliyor, anlayabiliyor, yorumlayabiliyor, bunlardan yeni çözümlemelere, üretimlere ulaşabiliyor? - İnsanlık tarihinde ve bugün; yazın, düşünce, bilgi, bilim ve teknoloji gibi uygarlık değerlerinin dolaşımı ve paylaşımı çeviri yoluyla olmuştur. Yetişmiş insan gücü ve çok sınırlı olanakları içinde, 1940’lı yıllarda, çok sayıda terimbilim sözlüğü yayımlanmış, “Tercüme Bürosu” ve üniversite çalışanları aracılığıyla beş yüzün üstünde dünya yazınının yapıtları, ansiklopediler, bilimsel kitaplar Türkçeye çevrilmiş, Türkçe eğitim yapılmış, Hitler Nazizm’den kaçan öğretim üyeleri, başlangıçta çeviri yoluyla, Türkçeyi öğrendikten sonra Türkçe öğretim yapmışlarken; İkinci Dünya Paylaşımı Savaşı’nın hemen ertesinde, Truman Doktirini ve Marshall Planıyla birlikte, ne oldu da toplum bütünüyle dönüştürülmek amacıyla yabancı dille öğretim kamçılanmaya, Cumhuriyet aydınlanmasının değerleri bir bir yok edilmeye çalışıldı? - Sokaklarımız yabancı dilde yazılmış tabelalardan geçilmiyor, evlerimizin kapılarını “well come” larla kirletiyor, tüm sürücülerimiz İngilizce biliyormuşçasına ya da yabancı sürücülerden yavrularımızı korumak için, arabalarımızın camlarına “baybe on board” yazıları yazıyor, “ok”leri, “bye bye”ları Amerikan sakızı olarak çiğniyor, bunlar yetmiyormuş gibi, her askeri darbenin ardından da, kendi sözcüklerimizi yasaklamak densizliğini gösteriyoruz. Bu, hangi usun, hangi ulus ve dil bilincinin, hangi cumhuriyete saygının, hangi yurtseverliğin ve hangi Atatürkçülüğün ürünü olabilir? - Bir dil, kendi kendine gelişmez, güzelleşmez, varsıllaşmaz. Onu konuşucuları, yazıncıları, bilimcileri, kullanıcıları geliştirir, güzelleştirir, çağdaşlaştırır ve varsıllaştırır. Yabancı dillerin kuşatmasındaki bir dil, birkaç kuşak sonra kaybolup gider ya da Osmanlıca gibi ne olduğu belirsiz bir yapay dile dönüşür. - Asıl olan öğrenmek, öğrendiklerimizi içinde yaşadığımız ekin, toplum ve doğada sınamak, birebir denklik kurmak, yorumlamak, anlamlı sonuçlar çıkarmaksa eğer, yabancı dille öğretim yaptırmak, tüm bu gerçekliklerin dışında, çocuklarımızı ve gençlerimizi yapay, soyut, ezberci bir öğrenim dizgesine sürüklemektir. Kastımız yoksa eğer, çocuklarımızla bir alıp veremeyeceğimiz mi yoksa? - Yabancı dille öğretim yapan eğitim kurumlarımızda okuyan öğrencilerimizin göreceli bir başarıları söz konusuysa eğer, bunun nedenini, yabancı dille öğretimde değil, başka yerlerde aramak gerekir. - Yabancı dille öğretim yapan okullarda insan gücü, zamanı ve emeği boşa harcanırken, belki de en zeki çocuklarımızı kendi ellerimizle beyin göçüne hazırlıyor, başka ülkelere yetişmiş, ucuz insan gücü ihraç ediyor, ayırdında olarak ya da olmayarak ülke damarlarını kurutuyor, geleceğimizi karartıyoruz. - Her dil bir ekin taşıyıcısıdır. Yabancı dille öğretim aracılığıyla çocuklarımızı kendi dillerine, ekinlerine ve toplumlarına yabancılaştırıyor; başka bir dilin ve ekinin özentili savunucuları yapıyoruz. - Yabancı dille öğretim, ulus dilinin bozulmasına, gelişememesine, güdük kalmasına, “kolej dili”, “ODTÜ dili”, “Bilkent dili” gibi karma yapay dillerin oluşmasına, giderek iletişim karmaşasına ve aile içi kopmalara neden olmaktadır. - Çocuklarımız, yabancı dil öğrenecekler diye kurslardan kurslara koşmakta, kedi dillerini geliştirmeye, kendi dillerinde kitap okumaya zaman ayıramamakta, anadili bilinci ve varsıllığına dayanmayan bir yabancı dil öğretimi-öğrenimi de bir işe yaramamaktadır. - Saygın ülke olmak, uluslararası örgütlere katılmak, başka ülkelerle sağlıklı ilişkiler kurmanın yolu, yabancı dille öğretim yapmaktan, herkese yabancı bir dil öğretmeye kalkışma aymazlığından değil; kendi ulusal değerlerini korumaktan, ulusal kalkınmayı gerçekleştirmekten, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik bir toplum yaratmaktan geçmektedir. - “Bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insan” özdeyişi doğru olsaydı, en büyük bilginler ve sanatçılar en çok dil bilenler arasından çıkar, halen daha eski sömürgenlerin dillerini konuşan-yazan ülkeler en kalkınmış ülkeler olurlardı. - Başka gerekçeler… 3. Her İki Görüşün Arasında Kalanlar Bu kümedekiler, daha çok “orta yolcular” ya da her an, her iki görüşe de yakın ve yatkın olup, konunun üzerinde fazla durmadan, başka seçenekleri olmadığını düşünerek, ne yapacağını bilemeden, kararsız kalan, günlük gidişe ayak uydurmaya çalışan, “evet, ama…” diyenlerdir. Sonuç Yerine Tek tek bu söylenenlere bakıldığında, Nasreddin Hoca’nın dediğine benzer bir biçimde, sanki “herkes haklı” gibi! İstenen de bu zaten: Bilinç karmaşası yaratmak, bulanık suda balık avlamak… Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da toplum ikiye, üçe bölünüyor yeniden. Osmanlı’da olduğu gibi, çok-başlı eğitim (yabancı dille öğretim yapan okullar, vakıfların denetimindeki medreseler, ne olduğu belirsiz devlet okulları), beraberinde çok-başlı bir toplumsal yapılanmayı doğuruyor, bu da ister istemez, yakın tarihimizde yaşadığımız gibi, emperyalizmin bilinen “böl, parçala, yönet” oyunlarıyla bağdaşıyor. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, NATO ve diğer uluslararası tekellerin varlığını nasıl açıklamalı? Denizaşırı bir yerlerde düzenlenen sömürme planları, işbirlikçileri aracılığıyla topluma dayatılıyor, ikide bir gündem değiştiriliyor, boğazlar sıkılıyor, savaş çığırtkanlıkları yapılıyor, milli ve manevi duygular kaşınıyor, saçma sapan dedikodular ve karşı söylemlerle yolunda gittiğini sandığımız her şey alt-üst ediliyor, aydınlanma değerleri ayaklar altına alınıyor, anamalcı düzenler uğruna beyinler yıkanıyor, başkalarının çıkarları ve istemleri doğrultusunda ülke insanları birbirlerine kırdırılıyor, ülkelerin onuru ve yüzakı bilim-sanat insanları görünmez ellerce ortadan kaldırılıyor, ilerlemeci kurumlar kapatılıyor, aracıları ve tefecileri aracılığıyla ulusal kaynaklara el konuluyor, bizim de “bir elimize kuran, bir elimize bilgisayar” tutuşturuluyor, oyun oynayıp, dua edelim diye…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder