25 Mart 2012 Pazar

KAVRAM KARGAŞALIĞI VE İKİDİLLİLİK


Ülkemizde, her alanda olduğu gibi ; dil, dilbilim, anadil, anadili, ananın dili, ulus dili, bölgesel diller, ikidillilik, çokdillilik, yabancı dil, dil felsefesi, göstergebilim, anlambilim, toplumdilbilim, ruhdilbilim, budundilbilim, sinirdilbilim vb. alanlarında da kavram kargaşalığı sürüp gitmektedir.

Günlerdir, özellikle « ikidillilik » kavramı ortaya atılalıdan beri, elimden geldiğince, görsel ve yazılıl iletişim-bildirişim araçlarında sürdürülen tartışmaları izlemeye, tüm bu konuşmalardan, bilime ve toplumsal gerçekliklere dayalı « doğru » sayılabilecek sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum. Oysa, alan uzmanlarının dedikleri (demedikleri / diyemedikleri) bir yana, konuşucular ve yazıcılar bu kavramları istedikleri gibi kullanıyor, istediklerini, istedikleri anlam yükü ve anlam alanlarıyla donatıyor, yalan-yanlış-eksik örneklerle onları pekiştirmeye, böylece kamuoyu karşısında ne denli haklı ve güçlü olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar.

Sanırım, bazı kavramları bir kez daha gözden geçirmek de yarar var konunun daha iyi anlaşılması için.

Anadil, bir dilin içinden doğduğu kök dil ya da kaynak dildir. Latince; Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi dillerin anadilidir (langue source).

Anadili, bir çocuğun, içinde doğup büyüdüğü toplumu ve doğayı algıladığı, içselleştirdiği, duygu ve düşüncelerine kaynak kıldığı dildir (langue maternelle). Dolayısıyla, anadil anadili olmadığı gibi, anadili de anadil değildir.

Ananın dili ise, bir çocuğun anasının kullandığı dildir (langue de la mere). Bu babasının kullandığı dil de olabilir. Ancak, ananın dili ille de anadili olacak diye bir koşul yoktur. Örneğin, Kürt bir anadan doğmuş bir kadın, Türk, Laz, Çerkez, Arap, Gürcü, Boşnak, Alman, Fransız, Amerikalı, vb. bir erkekle evlenmiş, ortak dilleri bunlardan biri olmuş çocuğun anadili, hangi ortamda büyümüş, hangi dille dünyayı algılamış, hangi dille duygu düşünce üretiyorsa o dildir. Bu durum, tersi olgular için de geçerlidir. Dolayısıyla; Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İngiltere, vb. ülkelerde doğup büyüyen çocukların anadilileri ne Türkçedir, ne Kürtçe, ne Lazca, ne de Arapça... İçinde yaşadığımız çağda, artık baskın güç ana-baba değil, başta görsel basın olmak üzere, her türlü iletişim-bildirişim araçları, sokak, oyun alanları ve okuldur. Bu nedenle, aynı ana-babadan olmuş, farklı dil ve ekinlerde doğup büyümüş çocukların anadililerinin de farklı olduğu topludilbilimsel bir gerçektir..

İkidillilik, bir bireyin iki ayrı dilde iletişim kurma becerisidir (bilinguisme). Ancak, bunlardan anadili, her zaman ikinci dile üstün gelecek, hangi dilde kültürlenmişsek, duygu ve düşüncelerimizi, o dilde daha rahat, daha kolay ve içten dile getireceğiz. Çünkü birey, anadilini öğrenmiyor, evde, sokakta, okulda, televizyonda, yaşamın içinde duyduğu, içselleştirdiği, kullana kullana ediniyor, duygu ve düşünce dünyasının sınırlarını belirliyor. Çocuklar, içinde doğdukları ortamda, iki ya da daha çok dili öğrenebilirler elbet, diyesi ikidilli ya da çokdilli olabilirler. Ancak, bunların dışında, bir de ulus dilimiz vardır.

Ulus dili (resmi dil), toplumsal yapılanmalara, gerçekliklere ve tarihsel koşullara koşut, bir ulusun kullandığı ortak iletişim dilidir. Yeryüzündeki birçok ülkede, ülke sınırları içinde konuşulan dillerden biri, ortak dil olarak benimsenmiş, ulus olmanın, ortak yaşam alanlarında sağlıklı iletişim kurmanın, kısacası birlikte yaşamanın olmazsa olmaz koşulu sayılmıştır. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Türkiye, hatta İsrail, vb. Bu olgunun somut örnekleridir. Sıkça örnek verilen Belçika, Kanada, İsviçre örnekleri, kendilerine özgü uluslaşma süreçlerinde, daha çok dışsal etkenler sonucu, iki ya da çok dilin konuşulduğu ülkeler olarak tarih sahnesine çıkmışlar, aradan yıllar geçmesine ve farklı olanaklara sahip olmalarına karşın, birçok sorunu aşamamış, tartışmalar birbirini izlemiş, çok kez ayrılmanın eşiğine gelmişlerdir. Bugün, eski Fransız, İngiliz, İspanyol, Portekiz sömürgelerinde bile, tüm çırpınışlara, bağımsızlık hareketlerine karşın, yerli dillere ya da bölgesel dillere dönülememiştir.

Sonuç olarak, kendi anadilini (Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Lazca, Hemşince, Boşnakca, Arnavutca, vb.)öğrenmek, kullanmak, bu dili geliştirmek, güzelleştirmek, kendi dilinde her türlü yayını yapmak, bu dilin varsıllığını ve erdemlerini paylaşmak temel insan haklarındandır. Bu bağlamda, hiçbir gücün bir başkasının dilini yasaklama, gelişmesine engel olma hakkı ya da yetkisi olmamalıdır. Ne yazık ki, uluslaşma süreçlerinde, başka ülkelerde ve bizde, bu tür yalnışlıklar yapılmış, demokrasiyi içselleştirememiş yönetimler ve kişiler, uluslaşmayı ırksallaşma ya da tekleştirme sanıp, bir sürü saçmalıkların içine sürüklenmişlerdir.

Unutmamak gerekir ki, hak ve özgürlüklerin beşiği bilinen, 1789 yılında, İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesini onaylayan Fransa’da bile, 1980’li yıllara dek, Fransızca’dan başka, bölgesel dillerden ( Alzasça, Brötanca, Baskça, Korsikaca, vb.) birini kullanmak, “vatan hainliği”yle eşdeğer sayılmış, direnenler değişik yaptırımlara çarptırılmışlardır. Bölgesel dillerin varlığını benimseme, bu dillerin öğrenilmesine olanak tanıma, 1982 yılında, François Mittérand döneminde gerçekleşmiş, isteyenlere, örgün eğitim kurumları ve dernekler bünyesinde, olanaklar ölçüsünde, haftada 2-3 saatlik kurslar düzenlenmiştir. Başlangıçta kabarık gibi görünen öğrenici sayıları, giderek azalmış, hatta birçok kurumda açılan derslikler, yasak kalktığı ve öğrenici bulunamadığı için tamamen kapanmışlardır. Çünkü, yaşamın gerçeklikleri bireysel ve siyasl istemlerin önüne geçmiştir. Aynı okullarda okuyan, aynı sınavlara giren, aynı pazarda iş arayıp, aynı pazarda işgören, geçimini sağlayan, daha iyi yaşam koşulları kurmak isteyen bireyler, doğal olarak daha farklı alanlara yönelmekte; baskıdan, şiddetten, ortaçağcıl üretim ilişkilerinden ve yaşam koşullarından uzaklaşmak istemektedir. Kaldı ki, yüzlerce, binlerce yıldan bu yana, birbiriyle evlenmiş, ortak yaşamlar kurmuş her soydan ve boydan Anadolu insanları, aynı ülke sınırları içinde birlikte yaşamak istiyorlarsa, iki ayrı dilde eğitim bu isteğe ve istence uymamaktadır. Herkesin istediği dili öğrenmesi, kullanması farklı bir şey, aynı ulusun sınırları içinde ayrı dillerde eğitim yapmaları başka bir şeydir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder