KAVRAM KARGAŞALIĞI VE İKİDİLLİLİK
Ülkemizde, her alanda olduğu gibi ;
dil, dilbilim, anadil, anadili, ananın dili, ulus dili, bölgesel
diller, ikidillilik, çokdillilik, yabancı dil, dil felsefesi,
göstergebilim, anlambilim, toplumdilbilim, ruhdilbilim,
budundilbilim, sinirdilbilim vb. alanlarında da kavram kargaşalığı
sürüp gitmektedir.
Günlerdir, özellikle « ikidillilik »
kavramı ortaya atılalıdan beri, elimden geldiğince, görsel ve
yazılıl iletişim-bildirişim araçlarında sürdürülen
tartışmaları izlemeye, tüm bu konuşmalardan, bilime ve
toplumsal gerçekliklere dayalı « doğru » sayılabilecek
sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum. Oysa, alan uzmanlarının
dedikleri (demedikleri / diyemedikleri) bir yana, konuşucular ve
yazıcılar bu kavramları istedikleri gibi kullanıyor,
istediklerini, istedikleri anlam yükü ve anlam alanlarıyla
donatıyor, yalan-yanlış-eksik örneklerle onları pekiştirmeye,
böylece kamuoyu karşısında ne denli haklı ve güçlü
olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar.
Sanırım, bazı kavramları bir kez
daha gözden geçirmek de yarar var konunun daha iyi anlaşılması
için.
Anadil,
bir dilin içinden doğduğu kök dil ya da kaynak dildir. Latince;
Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi
dillerin anadilidir (langue source).
Anadili,
bir çocuğun, içinde doğup büyüdüğü
toplumu ve doğayı algıladığı, içselleştirdiği, duygu ve
düşüncelerine kaynak kıldığı dildir (langue maternelle).
Dolayısıyla, anadil anadili olmadığı gibi, anadili de anadil
değildir.
Ananın dili
ise, bir çocuğun anasının
kullandığı dildir (langue de la mere). Bu babasının kullandığı
dil de olabilir. Ancak, ananın dili ille de anadili olacak diye bir
koşul yoktur. Örneğin, Kürt bir anadan doğmuş bir kadın, Türk,
Laz, Çerkez, Arap, Gürcü, Boşnak, Alman, Fransız, Amerikalı,
vb. bir erkekle evlenmiş, ortak dilleri bunlardan biri olmuş
çocuğun anadili, hangi ortamda büyümüş, hangi dille dünyayı
algılamış, hangi dille duygu düşünce üretiyorsa o dildir. Bu
durum, tersi olgular için de geçerlidir. Dolayısıyla; Almanya,
Fransa, Hollanda, Belçika, İngiltere, vb. ülkelerde doğup büyüyen
çocukların anadilileri ne Türkçedir, ne Kürtçe, ne Lazca, ne de
Arapça... İçinde yaşadığımız çağda, artık baskın güç
ana-baba değil, başta görsel basın olmak üzere, her türlü
iletişim-bildirişim araçları, sokak, oyun alanları ve okuldur.
Bu nedenle, aynı ana-babadan olmuş, farklı dil ve ekinlerde doğup
büyümüş çocukların anadililerinin de farklı olduğu
topludilbilimsel bir gerçektir..
İkidillilik,
bir bireyin iki ayrı dilde iletişim
kurma becerisidir (bilinguisme). Ancak, bunlardan anadili, her zaman
ikinci dile üstün gelecek, hangi dilde kültürlenmişsek, duygu ve
düşüncelerimizi, o dilde daha rahat, daha kolay ve içten dile
getireceğiz. Çünkü birey, anadilini öğrenmiyor, evde, sokakta,
okulda, televizyonda, yaşamın içinde duyduğu, içselleştirdiği,
kullana kullana ediniyor, duygu ve düşünce dünyasının
sınırlarını belirliyor. Çocuklar, içinde doğdukları ortamda,
iki ya da daha çok dili öğrenebilirler elbet, diyesi ikidilli ya
da çokdilli olabilirler. Ancak, bunların dışında, bir de ulus
dilimiz vardır.
Ulus dili (resmi
dil), toplumsal yapılanmalara,
gerçekliklere ve tarihsel koşullara koşut, bir ulusun kullandığı
ortak iletişim dilidir. Yeryüzündeki birçok ülkede, ülke
sınırları içinde konuşulan dillerden biri, ortak dil olarak
benimsenmiş, ulus olmanın, ortak yaşam alanlarında sağlıklı
iletişim kurmanın, kısacası birlikte yaşamanın olmazsa olmaz
koşulu sayılmıştır. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak
üzere, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya,
Türkiye, hatta İsrail, vb. Bu olgunun somut örnekleridir. Sıkça
örnek verilen Belçika, Kanada, İsviçre örnekleri, kendilerine
özgü uluslaşma süreçlerinde, daha çok dışsal etkenler sonucu,
iki ya da çok dilin konuşulduğu ülkeler olarak tarih sahnesine
çıkmışlar, aradan yıllar geçmesine ve farklı olanaklara sahip
olmalarına karşın, birçok sorunu aşamamış, tartışmalar
birbirini izlemiş, çok kez ayrılmanın eşiğine gelmişlerdir.
Bugün, eski Fransız, İngiliz, İspanyol, Portekiz sömürgelerinde
bile, tüm çırpınışlara, bağımsızlık hareketlerine karşın,
yerli dillere ya da bölgesel dillere dönülememiştir.
Sonuç olarak, kendi
anadilini (Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Lazca, Hemşince,
Boşnakca, Arnavutca, vb.)öğrenmek,
kullanmak, bu dili geliştirmek, güzelleştirmek, kendi dilinde her
türlü yayını yapmak, bu dilin varsıllığını ve erdemlerini
paylaşmak temel insan haklarındandır. Bu bağlamda, hiçbir gücün
bir başkasının dilini yasaklama, gelişmesine engel olma hakkı ya
da yetkisi olmamalıdır. Ne yazık ki, uluslaşma süreçlerinde,
başka ülkelerde ve bizde, bu tür yalnışlıklar yapılmış,
demokrasiyi içselleştirememiş yönetimler ve kişiler, uluslaşmayı
ırksallaşma ya da tekleştirme sanıp, bir sürü saçmalıkların
içine sürüklenmişlerdir.
Unutmamak gerekir
ki, hak ve özgürlüklerin beşiği
bilinen, 1789 yılında, İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesini
onaylayan Fransa’da bile, 1980’li yıllara dek, Fransızca’dan
başka, bölgesel dillerden ( Alzasça, Brötanca, Baskça,
Korsikaca, vb.) birini kullanmak, “vatan hainliği”yle eşdeğer
sayılmış, direnenler değişik yaptırımlara çarptırılmışlardır.
Bölgesel dillerin varlığını benimseme, bu dillerin öğrenilmesine
olanak tanıma, 1982 yılında, François Mittérand döneminde
gerçekleşmiş, isteyenlere, örgün eğitim kurumları ve dernekler
bünyesinde, olanaklar ölçüsünde, haftada 2-3 saatlik kurslar
düzenlenmiştir. Başlangıçta kabarık gibi görünen öğrenici
sayıları, giderek azalmış, hatta birçok kurumda açılan
derslikler, yasak kalktığı ve öğrenici bulunamadığı için
tamamen kapanmışlardır. Çünkü, yaşamın gerçeklikleri
bireysel ve siyasl istemlerin önüne geçmiştir. Aynı okullarda
okuyan, aynı sınavlara giren, aynı pazarda iş arayıp, aynı
pazarda işgören, geçimini sağlayan, daha iyi yaşam koşulları
kurmak isteyen bireyler, doğal olarak daha farklı alanlara
yönelmekte; baskıdan, şiddetten, ortaçağcıl üretim
ilişkilerinden ve yaşam koşullarından uzaklaşmak istemektedir.
Kaldı ki, yüzlerce, binlerce yıldan bu yana, birbiriyle evlenmiş,
ortak yaşamlar kurmuş her soydan ve boydan Anadolu insanları, aynı
ülke sınırları içinde birlikte yaşamak istiyorlarsa, iki ayrı
dilde eğitim bu isteğe ve istence uymamaktadır. Herkesin istediği
dili öğrenmesi, kullanması farklı bir şey, aynı ulusun
sınırları içinde ayrı dillerde eğitim yapmaları başka bir
şeydir.